Pazartesi

Beş Mart

_
Gitmek için her zaman erkendir, gitmenin zamanı olmaz.
Herkes bir gün gider.
Ya da öyle bir şey işte.









_

Salı

"160313"


Ölümü beklemek,
Ya da beklememek,
Sorun değil.

Ölüm,
   Gelecek elbet.

Asıl mesele ey sevgili,
Seni,
   Beklemek.

Geleceğini bilmeden,
Gözlerinin umuduyla,
Kavurucu güneşin altında,
Beklemek...

Tatlı sıcak bir gün batımında,
Ellerini tutacağım anı beklemek.

Damarda bekleyen kan gibiyim,
İlk açılacak kesikte, çatlakta,
İlk kurşunun hışmıyla,
Siperden öne atılan asker gibi,
Sonumu düşünmeksizin,
Önümü görmeksizin,
Koşmak istiyorum,
Işığa,
Sana.

Vazgeçmek mi?
Aklımdan geçerse eğer,
Vur beni oracıkta,
Vazgeçmek için erken,
Çok erken,
Seni bırakmak için.

İçimde umudum varsa,
Her ne kadar az da olsa,
Bekleyeceğim,
Biliyorum ki,
Bir tek,
Sen aydınlatırsın gözlerimi..






__

Perşembe

"Gizli"

Seni düşünürüm ben hep,
Gizli değil,
   Açık, açık
      Alelade.

Seni düşünmek güzel,
Seni yaşamak güzel,
Sana sarılmak güzel,
Sen, her şeyden güzelsin.

Kimsin sen?
Neden sen?
Söylemek için,
Henüz erken

Bir süre daha,
Seni
  Saklayacağım,
      Mısralara,
         Şiirlere.

Bekle beni,
En karanlık gecede,
Gün doğumunu bekler gibi,
En soğuk odada,
Ateşi bekler gibi.

Geleceğim ben.
Bırakıyorum seni bu şiirde.

"Özlemek üzerine"

Mesela, özlemek ne garip şey.

Sınırları olmayan bir duygu. İnsan; insanı özler, evini özler, memleketini özler, onu özler. Peki, özlem hep sahip olduğumuz şeylere karşı mı duyulur? Özlememiz için onun bize ait olması mı lazım?

Buna rağmen özlüyorsak peki?

Görmeye gerek var mı ki özlemi gidermek için? Güneşi görmese de insan, onun orada bir yerlerde olduğunu bilince gündüze umutlanmaz mı?

Ama sen? Seni özlüyorsam ben ve sen yoksan? Doğmayacak bir güneş gibi misin ki sen? Güneş doğmayacaksa neden var peki, onun var olmaktaki gayesi doğmak değil midir?

Ya sen? Neden geldin ki buraya? Bir gün benim olmak mıdır senin gayen? Yüreğindeki perdenin arkasında neler dönüyor? Acaba sen de beni özlüyor musun?

Vuslat ne derece mümkün?  Sığmıyorsun aklıma, odama.

Çok garip bir oyun aslında hayat. Göremediğimiz bir oyun tahtasında rastgele hamleler yapıyoruz, kazanıyoruz veya kaybediyoruz ama her şey kendiliğinden oluyor sanki.

Yoksa? Ya büyük planı kaçırıyorsak gözden? Yoksa hayatın bizim üzerimizde büyük planları mı var?

Ama özlediysem seni, planlar kimin umurunda? Elini tutamadığım bir zaferin bana ne yararı var?

Özledim.

Evet.




____

Cuma

"Düşünmek Seni "

___________________

Seni düşünüyorum,
Beyaz düş renkli
Bir buğday tarlasında.

Karşımda duruyorsun,
Saçın uzun ve örgülü
Kırmızı rujun dudaklarında.

Yağmur yağdırıyorum,
İnce, uzun ve renkli
Bir demet çiçek, kollarında.

Gökten düşen begonyalar görüyorum,
Okşuyorlar beyaz tenini
Seni görüyorum,
Yağmur damlalarında.

Gel artık,
Durma
      Öyle
           Uzaklarda






______________

Perşembe

"Kırık Sandal Parçası"

___________


Bu gece masmavi bir deniz ol sen,
Ben de üzerindeki eski sandal,
Salla beni kucağında,
Vur dalgalarını üzerime,
Alabora olayım bu gece,
Yapmadığın şey,
                        değil.
Parçala beni, savur beni,
Ve al beni, vur yabancı kıyılara.
Çocuklar bulsun beni,

Çocuklar,
Bir sahil kasabasındaki çocuklar mesela.
Oyuncak yapsınlar beni,
Adlarını kazısınlar,
Aşklarını yazsınlar,
O tane tane
Altın sarısı kumsallara,

Belki de, mesela, savaş vardır
Vurduğum kıyılarda.
Bir çocuk,
Çocuk demeye ister bin şahit,
Korusun kendini kurşunlardan.

Belki de,
Düşünmek istemiyor insan,
Ama,
Kefen olur örterim,
Sahilde ölmüş bir
İnsanı.
Sarı olsun,
İster siyah,
İster kahverengi,
İster beyaz.
O bir "İnsan"
Ne benden fazla,
Ne de senden az.





______

" 22:43 "

___________

Değmedi ya,
Bir kez bile,
Nefesim nefesine.

Soldu fesleğenler,
Onları da bıraktın geride,
Baharı beklemek de,
Zor değil.

Güneş batar,
Ay doğar,
Ama yokluğun ağır
Güneş sağır,
Ay sağır.

Anlatırım duymaz,
Bakarım görmez,
Dokunurum da yıldızlara,
Bir kez bile dokunamadım sana.

Bu akşam ses gelmiyor doklardan,
İnsanlar geçmiyor sokaklardan,
Bir kadın yarattım kendime
Tozdan, külden, yalandan.

Eh, işte geldi bahar,
Sokaklarda,
Çocuklar,
Çığlıklar var,
Sen,
          yoksun.
Ben,
         yokum.

Ne ola ki "varlık"?
Bunca yokluğun içindeki,
Yal-
      nız-
           lık.

Var yahu, var!
İşte kalemim
                 var!
İşte daktilom
                 var!
Son bir tane kalmış olsa dahi
Yakacak bir mumum
                 var!

Sen,
        yoksun.
Ve ben,
       bilemedim ki şimdi.




__________

Cuma

"İsimsiz"


Her gece
İzlerim yıkılışını krallığımın
Soğuk, kanlı.

Yeniden kurarım her sabah,
Bile bile yine yanacağını.

Ben gündüzün kralı,
Gecenin kaybedeniyim.
Ben hem hükümdarım,
Hem soytarı,
Yokluğumda bile varım,
Ben,
Gözlerinin içine
Bakılamayanım.

Ben sıcağım en şehvetli
Sevişme kadar
O "an" kadar.

Ben tabuyum,
Adı anılmayanım.
Ben güneşim,
Gözlerinin içindeki.



____

Çarşamba

"Giden Kadın"



Güzeldi, gerçekten. Zeki de sayılırdı.
Ama gitti.
Onunla aynı yıldıza bakmıyoruz bugünlerde.
Fakat takdir ettiğim bir yanı var, gitmesini iyi bildi.
Çünkü gitmen gerektiği vakit; öyle bir gitmelisin ki, geride kalan için ölmüş gibi, hiçbir iz bırakmadan ona, gitmelisin.
Sen bunu çok iyi yaptın, giden kadın.
Sen yanımda olmayı hiç bir zaman hak etmedin, giden kadın.



____

Salı

"Anıları Ödünç Adam"



O sabah gün yeni yeni ışımaktaydı. Her zaman olduğu gibi taburesini limanın en işlek kaldırımına yerleştirdi, hava soğuktu. Eski paltosunun yakalarını kaldırdı soğuktan korunmak için. Önüne özenle bir karton yerleştirdi, ellerini ceplerine koydu. Elleri ceplerinde, bakışlarını yere dikip beklemeye koyuldu. İki ayakkabı belirdi gözlerinin önünde, iyi ayakkabılardı bunlar hani öyle herkesin giyemeyeceği türden. Belli ki fiyatı da birçoğunun banka hesabını aşıyordu. Derin bir nefes aldı; “Buyurun beyim” dedi. Bu her zamanki ziyaretçilerindendi. Yarım saat sonra iyi giyimli adam uzaklaşırken elindeki parayı cebine sıkıştırmaktaydı. Şehir yavaş yavaş uyanıyordu.

***

Şehrin en lüks otellerinden birinin odasının penceresinde dikilen adam düşünceli bir şekilde yağan yağmuru izliyordu. Odası sıcaktı ama dışarıda koşuşturan az sayıdaki insanı görünce üşüme geldi, ve üzerindeki bornozun önünü sıkıca bağladı. Hemen arkasındaki yatakta sarı saçlı güzel bir kadın yatmaktaydı, üzerine örtülmüş bordo ipek örtünün altında uyumaktaydı sessizce.  Şehvet yorgunuydu ikisi de.

Yatağının başındaki sehpaya yöneldi ve kendine bir bardak viski koydu. Buz ve çikolata…

Yatağa oturdu ve yağmuru izlemeye devam etti. Yağmurla arasındaki bu sessiz muhabbeti boynunda hissettiği dudaklar böldü.
“Uyandık demek.”

Viskisinden bir yudum daha alıp “Evet” dedi. Kadının ardı ardına birkaç kez boynunu öpmesine aldırış etmedi.

“Hadi bir anını daha anlatsana.” Kadın şimdi de yatağın başlığına sırtını dayamış oturur vaziyetteydi.

Başını çevirdi. Bakışları işlemeli yatak başlığına ilişti sonra kadının güzel mavi gözlerini gördü.

Bugün maviydi. Dün yeşil, önceki gün siyah. Gözler hep farklıydı, bedenler de farklıydı. Ama o aynıydı, değişen sadece yataklar, odalar, içkiler ve isimlerdi. Yine dalmıştı düşüncelere, bunu kadının heyecanla bekleyen gözlerine yeniden bakınca fark etti.

“İki kıtanın birleştiği yerde, bir şehir vardır. Oraya İstanbul derler. Orada manzaranın en güzel olduğu bir orman vardır. Orada bir banka oturmuş, manzaranın tadını çıkarıyordum. O geldi. Güzel bir kadındı ve ağlıyordu. Hayır, gözyaşları yoktu gözlerinde, ama bakışlarında hüzün vardı, gülerken bile içi ağlardı, durup sessizken duyabilirdiniz hıçkırıklarını ancak. Yanıma oturdu. Güzel bir histi onun varlığı. Garip.”
derin bir nefes aldı.

Boşluk.

Bardaktan bir yudum daha aldı duygusuzca kadının dudaklarına yapıştı ve öptü onu. Masada duran çikolatalardan ağzına bir tane attı.

“O gün konuşmadık. Akşam yemek yediğim restoranda gördüm onu. Gelip tam karşımdaki masaya oturdu. Beni fark etti, bir süre bakıştık. Sanki aramızda sözsüz bir anlaşma varmışçasına yemeğimizi yiyip ara ara göz göze geliyorduk. Gözlerimin önünde güzel İstanbul ve o ... Restoranın terasına çıktım ve bir sigara yaktım”

Sigara yaktı. Küllüğü kendine yaklaştırdı. Bir yudum viski daha.

“Çok geçmeden yanıma geldi. Manzaraya bakmaya devam ettik. Ve işte o an onu sesini duydum ilk defa; ‘pardon ateşiniz var mı?’ Cebimden çakmağımı çıkardım ve sigarasını yaktım. Sigarasından bir nefes çekti ve dumanını gökyüzüne doğru üfledi.”

O da şimdi bu hareketin aynısını yaptığının farkına vardı. Güldü.

“Ona dönüp ‘Burada mı yaşıyorsunuz?’ dedim. Başını salladı. O an fark ettim. Saçları sarıydı. ‘Beyoğlu.’ dedi. Bir semt adıydı bu gelirken okuduğum rehberde görmüştüm. Parmağıyla karanlıkta sadece birkaç küçük ışıktan oluşan bir yeri işaret etti. ‘İşte tam orası.’ dedi. Çok uzak sayılmazdı. Belki yarım saat ya da daha yakın. O an düşündüm ve neden olmasın dedim.”

Bardağı boşalmıştı. Yenisini doldurmak için sehpaya yöneldi. Bardağı doldurdu. Buz ve çikolata yine…

“Ee sonra ne oldu?” Kadın meraklanmıştı, belliydi. Artık daha dik oturuyordu.

O an fark etti, bordo örtü kadının beyaz tenli vücudunun hatlarını çok daha güzel gösteriyordu.

“Masama döndüm hesabı bırakıp dışarı çıktım.”

“Onu orada mı bıraktın?”

“Hayır, peşimden geleceğine emindim. Kapıdan çıktım, dokuza kadar saydım ve arkamı döndüğümde onu orada buldum. Elini tuttum yürümeye başladık. Doğru tahmin etmiştim, evine yarım saat içinde vardık. İyi akşamlar diyip gidecekken beni öpmeye başladı. Şehvetle.  Merdivenleri nasıl çıktık hatırlamıyorum. El yordamıyla zar zor evinin kapısı açtı ve kendimizi içeri attık.”

Yatakta oturan kadın bunlardan tahrik olmuş olacak ki, dudağını ısırıp merak dolu bakışlarla hikâyenin ardına bakıyordu.

“Evinin manzarası güzeldi. İstanbula karşı onunla birlikte oldum. Koskoca bir şehirdi sanki o gece bedenime değen, beni öpen ve sarılan bana.  Sabah uyandığımda o hala uyuyordu.  Ceketimin üst cebindeki kırmızı gülü saçlarına takıp onu son kez öpüp çıktım evinden. Otelimi hemen bulamadım tabi, bir süre kayboldum.”

“Bu kadar mı? Görmedin mi onu bir daha?”

“Onu bir daha görmedim mi?” diye tekrarladı kendi kendine. Cevabını o da bilmiyordu ki. Nefes alan, sigara tüttüren, viski içen, yürüyen bir yalandı o.  Cevap veremedi elbette. Yalanlar cevap veremez.

Gülümseyip kadının üzerine doğru eğildi ve onu öpmeye başladı. Gün doğarken ona bir kez daha sahip olmuştu. Ve yine mavi gözlü kadın şimdi uyuyordu.  Yoksa gözleri yeşil miydi? Siyah gözlü olan da bu olabilirdi. Bunun cevabını öğrenemeyecekti, uyurken de zordu zaten. Kadının saçlarına ceketinin üst cebindeki kırmızı gülü sıkıştırıp onu son kez öptü. Ceketini alıp çıktı.

Bordo örtü altında beyaz tenli kadın, kırmızı gül ve boş viski şişesi kaldı geriye.

***

Hızlı adımlarla limana yöneldi, taburesini yerleştirmekte olan adamı gördü, her zamanki yerinde, her zamanki vaktinde. Yanına gitti. Bir saat sonra eline cebindeki tüm parayı bıraktı, selam verip yürümeye koyuldu.

***

Siyah. Bu seferkinin gözleri siyahtı. Bir sokak lambasının altında zevkle öpüşüyorlardı. Kadın parmaklarını adamın saçlarının arasında gezdiriyor ve ritimsizce nefes alıp veriyordu.

Bu sefer olmayacaktı. Yapamazdı yine.

Kadını kendinden uzaklaştırdı, ağzını sildi. Şapkasını başına geçirdi, eldivenlerini takıp oradan uzaklaştı. Arkasından bir cümle yankılandı;

“Hey! Nereye gidiyorsun!”

***

Köşeyi döndü. Limandaydı. Her şeyin başladığı yerde. İskelenin en ucuna oturdu. Zamanında çok para verip aldığı ayakkabılarının suya batıp çıkmasına aldırış etmeden cebinden matarasını çıkardı ve biraz içti.

Yanına oturan eski paltolu yaşlı adamı fark etti. Yaşlı adama;

“Onu bir daha gördün mü?” dedi matarasını cebine koyarken.

“Kimi?”

“İstanbullu kadını.”

“Evet, şehirden ayrılmadan önce yine karşılaştık vedalaştık.” Yaşlı adam bunu her zamanki gibi anı anlatırken kullandığı ses tonuyla söylemişti. Cebinden çıkarıp yine eline para veresi geldi.

“Ben daha fazla yapamayacağım. Benim olmayan bir hayatı, bedenine sahip olduğum kadınlara anlatıyorum. Bana gülümsüyorlar ve bir daha benim oluyorlar. Ama birlikte olmak istedikleri kişi ben değilim. Anılar benim anılarım değil. Birkaç kağıt para karşılığı satın aldığım birkaç cümle.”

“Peki neden o cümleleri kağıtlarla takas etmeye devam ediyorsun?” Bu sefer yaşlı adam kendi matarasını çıkarttı.

“Sen neden bu takasa izin veriyorsun?”

İkisi de birbirlerine yönelttikleri bu soruların cevaplarını bilmiyordu. Yaklaşan gemiye bakıp içkilerini içmeye devam ettiler.

***

Yaşlı adam gün doğarken taburesini tam da olması gerektiği yere yerleştirdi, bugün hava daha güzeldi, paltosunun önünü açtı. Önüne her zaman koyduğu kartonu koyup bacak bacak üstüne attı. Beklemeye koyuldu.

O sırada annesinin elini tutarak önünden geçmekte olan bir çocuk, önce yaşlı adama sonra da kartona baktı. Üzerine itina ile yazılmış olan yazıyı okudu sesli bir şekilde.

“SATILIK ANILAR”







                                                                                                                              Aykut Hacıoğlu
_________